Skip links

Yeni Milli Eğitim Bakanımızdan ve Hükümetten Beklentilerimiz

Ülkemiz 24 Haziran günü itibari ile artık seçim havasından çıkmış ve artık yeni bir hükümet sistemine geçiş yapmıştır. Dün Sayın Cumhurbaşkanımızın yemin etmesi ile resmi olarak başlayan bu sürecin tüm milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyoruz. Bu dönemin daha az bürokrasi ve daha çok çözüm üreten bir dönem olmasını arzu ediyoruz. Milli Eğitim Bakanımız olarak atanan, hem eğitim sistemini hem de akademisyen olması vesilesi ile akademiyi iyi bilen Sayın Prof. Dr. Ziya Selçuk’u da tebrik ediyor, yeni görevinde başarılar diliyoruz. Ülkemizin belki de en önemli konularından biri bilindiği gibi eğitim ve eğitimcilerdir. Milyonlarca eğitimci, öğrenci ve aileyi ilgilendiren Milli Eğitim Bakanlığı gibi zor bir görevde Sayın Bakanımıza çözüm önerilerimizle destek olmaya hazırız. Bu bağlamda Türk Akademisinin birçok irili ufaklı sorunu arasında bazı önemli maddeleri ve çözüm önerilerimizi sunuyoruz.

Eş ve Sağlık Durumu Tayinleri: Kamu sektöründe çalışan hemen hemen tüm personel için aile bütünlüğü ve sağlık gereksinimleri gibi bazı özel durumlarda pozitif ayrımcılık olarak bakabileceğimiz özel haklar tanınmıştır. Zorunlu hizmet taşınması durumu hariç bu özel haklardan faydalanamayan ender meslek kollarından biri akademisyenliktir. Özellikle eş ve sağlık durumu gibi zarureti belirli şartlar ile kanıtlanmış hallerde, geçiş yapılacak üniversitenin asgari şartları da sağlanıyor ise kadro ilanına gerek kalmadan naklen geçiş hakkı olmalı ve insanların aile birliğini kurmasının ve ender hallerde gerekli olabilecek iyi sağlık şartlarına ulaşmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır. Günümüzde belki de binlerce akademisyen özellikle eş durumundan mağdur durumdadır ve günleri aile birlikteliklerinin yıkılmaması için yollarda geçmektedir. Bu şekilde yaşayan bir akademisyenin verimli olmasının beklenmesi mümkün değildir. Bu imkanın sağlanması hem kurumlara, hem akademisyenlerimize hem de ülkemize birçok yönden fayda getirecektir. Hem ebeveynler hem de yeni yetişen nesillerimiz için aile birlikteliğinin sağlanması bir ihtiyaçtan öte ülkemize faydası gereği zorunluluktur.

50/D Sorunu ve Yardımcı Doçentliğin Gerçekten Kaldırılması: Bilindiği gibi doçent ve profesörler hariç tüm akademisyenler sözleşmeli olarak istihdam edilmektedir. Ancak 2547 sayılı kanunun 50/d maddesince istihdam edilen araştırma görevlilerinin sözleşmeleri yüksek lisans ve doktora eğitimlerinin hemen ardından sonlandırılmakta ve kadroları ile ilişikleri kesilmektedir. Diğer kadrolar ile kıyaslandığında birebir aynı sınavlarla girdikleri kadroları 30 yaşından sonra kaybetmektedirler. Ülkemizdeki mobilite eksikliğinden dolayı doktoralı bir akademisyenin bile yeni bir kadro bulması bazen yıllar sürmekte, dolayısı ile en üst seviyede eğitim almış akademisyenler en verimli çağlarında işsiz kalmaktadır. Devletimizin uzun yıllar yaptığı yatırımı ve doktoralı mezun sayımızdaki açığı gidermek amacıyla doktora sonrası işsiz kalan 50d’li araştırma görevlilerimize kalıcı çözüm gelmesi gerekmektedir. Dünya’da kullanılan sistem 50/d denilerek bu işin içinden çıkmak ne yazık ki mümkün değildir. Çünkü gelişmiş yükseköğretim sistemlerinde mobilite yani yeni kadro bulma sorunu neredeyse hiç yoktur ve ülkemizdeki gibi ağır bürokratik işlemlerle kadro ilanı söz konusu değildir. Ne yazık ki 50/d sistemi mevcut hali ile ülkemiz yükseköğretim sistemine hiç ama hiç uygun değildir. 01/01/2018 tarihi itibari ile kaldırılan 33/a maddesi dahilindeki kadro ise doktora eğitimi sonrasında da yeni kadro bulunana kadar çalışmaya müsaade ediyordu. Tüm alımların 50/d ile yapılması ve 33/a’ya geçişlerin de kaldırılması durumu, ülkemizde ki üniversitelerin büyük kısmının devlet üniversitesi olduğunu düşünüldüğünde uzun vadede çok ciddi zararlar verecektir. 33/a kadrosu eski adı yardımcı doçentlik yani adı doktor öğretim üyesi olan kadronun kaldırılması ile entegre edilerek kullanılırsa ülkemizdeki kadro ilan edilmesi zorunluluğunu ciddi olarak hafifletecektir. Ne yazık ki Cumhurbaşkanımızın doğrudan emrine rağmen yardımcı doçentlik tam olarak kaldırılmamış, yalnızca adı değiştirilmiştir. Artık yardımcı doçentlik gerçekten ve tamamen kaldırılarak sistemdeki kadro ilan etme tıkanıklığı giderilmeli ve yeni sistem kadro ilanına gerek kalmayan 33/a sistemi üzerine kurulmalıdır. Bu konuda çok detaylı raporlarımız bulunmaktadır ve istenildiğinde kadro sistemi üzerine raporlarımız dikkatinize sunulacaktır.

Doçentlik Sözlü Sınavının Kaldırılması ve Doçentlik Kriterleri: Yardımcı doçentlikte olduğu gibi, doçentlik sözlü sınavı kalktı denilse de ne yazık ki tam olarak kalkmamış, üniversitelere bırakılmıştır. Yine doçentlik şartları eski sisteme göre ciddi olarak zorlaştırılmasına rağmen sözlü sınav kalkmamış, üstüne üniversitelere atama şartlarında arttırma yetkisi verilmiş ve bu atama şartları da küçük büyük üniversite fark etmeksizin üniversiteler tarafından giderek arttırılmaya başlanmıştır. Tüm bunlar üst üste konulduğunda yeni nesil akademisyenleri ciddi sorunlar beklemektedir. Bu durum Cumhurbaşkanımızın “doçentliğin önünü açın” emrine ters düşmektedir. Elbette doçentlik gibi önemli bir kadronun belirli şartları olması ve adayların emek sarf etmesi gerekmektedir. Ancak burada önemli olan zorlaştırmak için adayları bıktıracak mantıksız şartlar değil mantıklı ve niteliğe yönelik şartlar olmasıdır.

Akademik Askerlik: Geçmişte de gündeme getirdiğimiz ve kabul gören akademik askerlik, yani ihtiyaç olan yerlerde akademisyen olarak çalışarak vatani görevini yerine getirebilme hakkı, bedelli askerliğin kabul gördüğü şu günlerde özellikle gündeme tekrar gelmelidir. Profesyonel orduya geçiş yapılan silahlı kuvvetlerimizde askerlik görevinde yeni bir düzenleme yapılacaksa akademik askerlik de gündeme alınarak çok verimli bir çözüm üretilebilir.

Araştırma Desteklerinin Çeşitlendirilmesi ve Ödenek Miktarlarının Arttırılması: Günümüzde bilim insanlarımızdan ülkemiz ekonomisine ve global bilgiye katkı yapması beklenmekte fakat ne yazık ki gerekli maddi destek sağlanamamaktadır. Geçmişte, sağlanan maddi desteklerin büyük kısmı FETÖ tarafından kullanılmış ve desteklenebilecek birçok ileri düzey proje sahipsiz kalmıştır. Birçok ülkede bilimsel buluşlar çok yüksek meblağlar harcandıktan sonra yapılmaktadır. Ülkemizde ise birçok akademisyenimizin destek alması bulunduğu kurumun da yetersiz olması sebebiyle mümkün olamamaktadır. Her ne kadar mali konular çok taraflı sorunlar da olsa, bu noktada özellikle bilimsel eğitimin en önemli safhası olan doktora süresince, bütün doktora öğrencilerine kurumları üzerinden veya kurumlarından bağımsız olarak ödenekler sağlanmalı ve bu ödenekler 10 – 20 bin TL gibi özellikle fen ve sağlık bilimlerinde yetkin ve özgün araştırma yapmaya uygun olmayan küçük rakamlar olmamalıdır. Yine TÜBİTAK veya üniversitelerimiz üzerinden verilecek proje destekleri arttırılmalı ve kör şekilde tarafsız jüriler tarafından değerlendirilmelidir. Araştırmaları yalnızca kendi arasında dağıtan grupların önüne geçilmelidir. Yine bu ödenekler ülkemiz genelinde belirli bir standarda bağlanırsa özellikle yeni açılan ve maddi bakımdan zorda olan üniversitelerimiz için çok faydalı olacaktır.

Akademik Dil Sınavı: Bir akademisyen için yabancı dil, kesinlikle olması gereken bir kıstastır. Lakin birçok kişi Türkçe dil bilgisinden çok İngilizce dil bilgisi bilmesine rağmen bu sınavlarını geçememektedir. Yapılmaya başlanan YÖKDİL sınavı bu soruna çözüm olma yolunda önemli bir adımdır. Sizlerin de bildiği üzere “Yabancı Dil Sınavı” dil yeterliliğinin kanıtlandığı bir sınav olmaktan çoktan çıkmış, kişileri elemek ve önlerini belirli aşamalarda kesmek amacına hizmet etmeye başlamıştır. Ne yazık ki geçmişte sınavların bu sistemi yalnızca FETÖ’ye uygulanmamış, FETÖ’cü akademisyenler bu aşamalarda hiç takılmadan yoluna devam ederken vatanperver akademisyenlerin yılları heba olmuştur. Dil sınavlarında amaç kişilerin dil yeterliliğini ölçmek olmalıdır. Artık YÖKDİL her zaman yapılmalı, akademiye özgün ve dört dil becerisini de ölçen yeni bir şekle de sokulmalıdır. Bu sınavla kişilerin dil becerileri ölçülmeli, eleme amaçlı hareket edilmemeli ve sonucunda alınan puana göre verilen dil tazminatı ödemeleri diğer kurumlarda olduğu gibi daha yüksek miktarlara düzenlenmelidir.

İkinci Yabancı Dil İstenmesinin Kaldırılması: Çalışma alanı yabancı dil olan (yabancı dil eğitimi, yabancı dilbilim vb.) akademisyenlerden ikinci bir yabancı dilde puan almaları istenmektedir. Ancak bu durum, liyakate veya alan bilgisini arttırmaya hizmet etmekten öte bir baraj olarak kullanılmaktadır. Zaman ve enerji kaybına yol açmakta ve hatta insanların yükselmesini engellemek isteyenlerin elinde bir mobbing aracına dönüşmektedir. Çalışma alanı zaten yabancı dil olan bir akademisyen zaten çalışmalarını o yabancı dilde sunacakken, neden bir başka yabancı dil daha öğrenmesi istenmektedir? Bu durum Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği üzere insanların önünü kesmekten başka hangi amaca hizmet etmektedir? Bu nedenle, çalışma alanı yabancı dil olan akademisyenlerin ikinci bir dili öğrenmesinin zorunlu tutulması yerine, çalışma alanları olan yabancı dilde yeterli olup olmadıkları ölçülmelidir. Örneğin çalışma alanı İngiliz dili olan bir akademisyenden Almancadan 65 almasının istenmesi yerine, İngilizceden 90 ve üzeri almasının istenmesi çok daha mantıklı bir yaklaşım olacaktır.

Yeşil Pasaport Hakkı ve Kongre Desteği: Yeşil Pasaport, başkaca şartlar aranmadan tüm akademik kadrolara verilmeli ve akademisyenlerin yurt dışında gerçekleşen kongre, sempozyum gibi organizasyonlara katılımları kolaylaştırılmalıdır. Mevcut şartlarda bu haktan sadece öğretim üyeleri direk yararlanabilmekte ve akademisyen olma yolunda yurtdışı kongre ve sempozyumlara katılması gereken başta araştırma görevlileri olmak üzere diğer akademik personel vize, pasaport gibi işlemlerde mesailerini harcamaktadırlar. Yeşil pasaport ve kongrelere katılım için belirli şartlar ve sayı ile verilecek yıllık kongre desteği tüm akademisyenler için çok önemli bir iyileştirme olacaktır. Binlerce liraya ulaşan kongre ücretlerine her üniversite tarafından farklı şekilde destekler verilmekte, hatta bazı üniversiteler tarafından hiç destek verilmemektedir. Bu bağlamda ne yazık ki akademisyenlerimiz arasında bilimi takip etme yönünden ciddi farklılıklar oluşabilmektedir.

Akademik Mobbing: Ne yazık ki yükseköğrenimde yıllardır süregelen uyarılarımıza rağmen mobbing yani psikolojik taciz ve yıldırma vakaları giderek artmakta ve bu durum birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Mobbing çalışma verimini düşürmekle kalmayıp insanların günlük hayatlarını da ciddi şekilde etkilemektedir. Zorba yönetici ve iş arkadaşları insanların çalışma şevkini kırarak belki de ülkemize en büyük maddi kaybı mobbing aracılığı ile yaşatmaktadır. Bu durum kesin kurallar ile kontrol altına alınmayıp çalışanların görevleri net bir şekilde belirlenmedikçe ne yazık ki mobbing de artmaya devam edecektir. İş yaşantısının hemen her yerinde karşılaşılsa da, kendine has yapısı gereği akademide bir kat daha fazladır.

3600 Ek Gösterge: Hükümetimiz tarafından başta öğretmen ve polislerimiz için verileceği söylenen 3600 ek gösterge 3. Dereceye düşemediği için yıllarca hak ettiği ek göstergeyi alamayan bazı akademik kadrolar ve üniversitelerimizdeki idari personellerimiz için de getirilmelidir. Özellikle bazı idari kadrolarda 3600 ek gösterge varken eşdeğer fakülte sekreteri gibi diğer kadrolarda bulunmamaktadır. Bu bağlamda 3600 ek göstergenin üniversitelerimiz personeli içinde verilmesi gerekmektedir.

Akademik Teşvik, Ek Ders Ücretleri ve Dil Tazminatlarının Yeniden Düzenlenmesi: Yeni değişen akademik teşvik yönetmeliği ne yazık ki mali haklarda ciddi bir gerilemeye sebep olmuştur. 2015 yılında akademik zam verilirken istenilen seyyanen ücretin yarısı olarak düşünülen ve belirli performans kıstaslarına bağlanarak verilen teşvikin, özellikle bazı dallarda alınması ne yazık ki fiiliyatta imkânsız hale gelmiştir. Elbete Akademik Teşvik’in düzeltilmesi gereken yönleri vardı. Bunların düzeltilmesi daha doğru olacakken puanlamanın azaltılması ne yazık ki akademisyenlerimizi teşvik etmemiş, heveslerini kırmıştır. Ek ders ücretleri ve dil tazminatları da artık çok cüzi miktarlarda kalmıştır. Her ikisinin de güncellenmesi gerekmektedir.

Multidisipliner Çalışmaların Teşvik Edilmesi: Tüm Dünya’da çok disiplinli çalışmalar teşvik edilir ve daha kıymetli görülürken ülkemizde ne yazık ki teşvik ve doçentlik sistemi vasıtasıyla akademisyenler tek başına kalitesiz çalışmalar yapmaya itilmektedir. Bunun aksi olmalı, çok isimli, çok alanlı kaliteli çalışmalar teşvik edilmelidir. Hiçbir akademisyen tek başına, bir çalışma ekibi olmadan tam potansiyeline ulaşamayacaktır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki Üniversitelerimizin Sorunları, Geliştirme Ödeneğinin Devamlı Hale Getirilmesi ve Bazı Kadrolara Yarım Geliştirme Ödeneği Verilmesi Durumunun Kaldırılması: Geliştirme ödenekleri, özellikle doğuda bulunan üniversitelerimizde kalkmamalı, hatta düzenlemeler yapılmalı ve geliştirme ödeneğini tam almayan akademisyenlerimize de tam olarak verilmelidir. Eğer bu ödenek kalkacak olursa zaten cazip şartlara sahip olmayan bölge üniversitelerimizin birçoğunda çalışan akademisyenlerimiz yer değiştirme arayışına girecektir. Ayrıca geliştirme ödenekleri yalnızca üniversite yaşı ile değil bölgesi ile de doğrudan ilgilidir. Örneğin Erzurum’da yeni kurulan bir üniversitemizde geliştirme ödeneği devam edecekken, diğer üniversitemizde devam etmeyecektir. Bu durum çeşitli birçok haksızlığa yol açacaktır. Bölgelerimizin şartları göz önünde bulundurulduğunda, yeterli dil eğitimi imkânının bulunmaması öğretim elemanlarımızın doktoraya başlamasını geciktirmektedir. Belirli protokoller çerçevesinde gerekli dil puanının doktora sürecinde alınması gibi çözümler ciddi zaman kaybının ve öğretim üyesi açığının kapatılmasının önündeki engellerden birini kaldıracaktır. Akademik Askerlik getirilerek akademisyenlerimizin askerliklerini bu bölgelerimizdeki üniversitelerimizde görev yaparak yerine getirmesi üniversitelerimize dinamizm kazandıracak ve cazibesini arttıracaktır. Altyapı sorunları göz önüne alındığında projelerde ödenek miktarlarının arttırılması gibi çözümlerle altyapı ve nitelikli personel sorunları çözüme kavuşturulabilir, aynı zamanda bilimsel olarak ilerleme kaydedilebilir. İlgili kurumlar tarafından proje hazırlama vb. eğitimler bu üniversitelerimizde yapılmalı ve/veya arttırılmalıdır. Kongre, seminer vb. bilimsel toplantıların bu bölgelerimizdeki üniversitelerimizde düzenlenmesi noktasında teşvik verilmesi de bilimsel olarak bölgelerimizi aktifleştirecektir. Yine bölgelerimizin imkânları göz önünde bulundurulduğunda sosyal hayat zorlukları da göz önüne alınarak bütün üniversitelerimizde devlet eli ile lojman ve sosyal tesis destekleri oluşturularak bölge istihdamı teşvik edilmelidir. Yine bu bölgede çalışanların derece alma süresi azaltılarak istihdam teşvik edilebilir.

Bu hususlar kapsamında devletimizin gerekli kurum ve kuruluşlarıyla iş birliği içinde çalışmaya hazırız. Tekrar yeni sistemin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diyoruz.

Saygılarımızla
Dr. Vahdet ÖZKOÇAK
ÖGESEN Genel Başkanı