Tüm engellemelere rağmen Mecliste Yükseköğretim Sistemi ile ilgili olarak açıklamalarda bulunduk
Genel Başkanımız Dr. Vahdet Özkoçak, TBMM’de Sanayinin Geliştirilmesi ve Üretimin Desteklenmesi Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na eklenen YÖK’ün “Sessiz Devrimi” konusunda Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Sn Dr. Faruk Özlü’ye, Komisyon üyelerine, YÖK Başkanı, Başkanvekili ve Personel daire başkanı ile uzmanlarına temsilcilerine ve basın mensuplarına çekincelerimiz konusunda açıklama yaptı.
Değerli Milletvekillerimiz ve Değerli Konuklar;
Yükseköğretim Sistemimizin giderek çağın gerisinde kaldığı ve düzenlenmesi gerektiği aşikardır. Ancak yapılması gereken bu düzenlemeler, ülkemizin geleceği noktasında çok büyük önem arz etmektedir ve siyaset üstü bir ortak aklın ürünü olmalıdır. Geldiğimiz noktada ise her geçen gün yeni değişiklikler hayata geçirilmekle birlikte paydaşlardan ne yazık ki görüş alınmamaktadır. Yapılacak bu düzenlemelerin, ülkemiz gerçekleri göz ardı edilmeden yapılması çok önemlidir. Yalnızca gelişmiş bazı ülkelere ve sistemlerine bakılarak değişiklik yapılması ve ülkemiz dinamiklerinin göz ardı edilmesi çok mühim sorunlara yol açabilir.
Bilindiği gibi YÖK, burada konu olan değişiklikleri geçtiğimiz günlerde kendi sayfasından açıklamış ve “Sessiz Devrim” olarak nitelemiştir. Yapılması planlanan düzenlemelerden proje tabanlı araştırma izni ve istihdam odaklı eğitim gibi bazıları olumlu gelişmelerdir. Ancak bana verilen sürenin kısıtlı olması sebebi ile 5 dakika içerisinde özellikle önem verdiğimiz bazı sorunlara dikkat çekmeye çalışacak ve diğer noktalara değinmeyeceğim.
Yükseköğretim sistemimiz için bize lazım olan sessiz değil herkesin sesinin çıktığı ortak, çok sesli düzenlemelerdir. Ne yazık ki tasarıdaki bazı maddeler ciddi olası problemler içermektedir. Bunlardan biri değişeceği daha önce açıklanan maddeler arasında yer almadan gerçekten “sessiz” bir şekilde kanun tasarısına eklenen araştırma görevlisi istihdamı ile ilgili maddedir. Bu madde araştırma görevlilerinin bundan sonra tamamen geçici statü ile atanmasını ve bu şekilde atanan araştırma görevlilerinin yalnızca %20’lik bir kısmı kendi kurumunda kadro alabilmesini öngörmektedir. Burada temel birkaç sorun göze çarpmaktadır. Bu noktalardan biri ÖYP’li araştırma görevlilerinin daimi statülü kadrolarının hiçbir gerekçe olmadan ellerinden alınarak geçici statüye geçirilmesi ile başlayan süreçte her geçen gün araştırma görevliliğinin daha güvencesiz bir hale gelmesidir. Dikkat edilmesi gereken nokta daimi statü denilen statünün bile yıllık yenilenen sözleşmelerden oluşan bir kadro olmasıdır. Daimilik noktası doktora sonrası da çalışmaya devam edebilmesinden kaynaklanmaktadır. Mevcut durumda araştırma görevlilerine bu kadro bile verilmek istenmemekte doktora sonrası işsiz kalma ile sonuçlanan geçici statülü 50/d dediğimiz kadro ön plana çıkarılmakta buna gerekçe olarak da gelişmiş ülkelerdeki sistemler gösterilmektedir. Elbette Amerika gibi ülkelerde bu kadrolar bu şekilde olmakla birlikte bu durum sadece araştırma görevlileri için değil herkes için geçerlidir. Üstelik bu sistemlerde ülke genelinde kadro mobilitesi çok yüksektir ve genel olarak ülkenin her tarafında benzer refah oranı bulunmaktadır. Ne yazık ki ülkemiz için bu durumlar geçerli değildir. İşsiz kalan bir akademisyenin yeniden kadro bulması, özellikle günümüzde, aylar hatta yıllar sürebilmekte, atanması bile aylar almaktadır. Bu durumlar yeni neslin önünü görememesine sebep olmakta her geçen gün gerek mevcut araştırma görevlilerini gerekse de akademisyenliği düşünen gençleri, en parlak beyinleri akademiden uzaklaştırmaktadır. Zaten mali hakları özellikle bazı meslekler özelinde devlet ve özel sektörün gerisinde kalmış bir akademisyenlik bu tür düzenlemeler ile daha da cazibesiz hale gelmektedir.Oysa bizler en parlak gençleri akademisyenliğe çekmeliyiz. Yine bu madde kapsamında yer alan eğitimini tamamlayanların ancak %20’si aynı kurumda kalabilir maddesi uygulamada ciddi sıkıntılara yol açabilecek bir maddedir. Zaten akademide hat safhada olan bireyselliği ve rekabeti iyiden iyiye körükleyecek, beraber bilim üretmesi gereken insanları beraber çalışamayan rakipler haline getirecek, gelecekte ortak projeler üretmesi gereken bireyleri diğer akademisyenlere güvensiz kişiler haline dönüştürecektir. Her konuda örnek aldığımız bazı ülkelere baktığımızda,özellikle beşeri bilimlerde, bilimin kişiler değil kalabalık gruplar tarafından icra edildiğini görebiliriz. Bizim yapmamız gereken bireyselliği körükleyecek maddeleri değil birliktelik sağlayacak maddeleri yasalaştırmak olmalıdır. Hali hazırda maddenin yazımı ve yorumlanması da oldukça problemlidir.Örneğin; buradaki %20 neyin yüzde yirmisidir? Bu %20’lik hesaplama hangi kriterler ile belirlenecektir? Açık olmayan suistimali mümkün bu şekildeki kanun maddeleri ile birçok gencin canı yanabilir. Ne yazık ki yapılan bazı değişiklik beraberinde bir sürü sorun doğurmaktadır ve pratikte uygulanabilir değildir. Yine bu maddenin gerekçesi olarak sunulan Doğu ve Güneydoğudaki üniversitelerde ki kadro açığının kapatılması için değişikliğin yapıldığı konusu ise başlı başına uygulanabilirliği olmayan bir gerekçedir. Bu değişiklik ancak ve ancak yönetimlere yeni bir mobbing kapısı ve yeni bir kayırmacılık imkanı açacaktır. Doğu ve Güneydoğudaki üniversitelerin açığının kapatılmasının tek yolu bölgenin, üniversitelerin, sosyal ve mali imkanların geliştirilmesi, terör sorununun kökten çözülmesi ile olabilecektir. Ülkemizdeki kadro alma ve mobilite dinamikleri hızlanmadıkça getirilen her yeni prosedür genç akademisyenlerin hayat kurmalarının önündeki engellere bir yenisini ekleyecektir.
Bir diğer madde olan doktora sonrası araştırmacı istihdamı noktasında ise belirlenen maksimum maaş ve maaşın miktarının yönetmelik ile YÖK’e bırakılması bir sorundur. İlk bakışta belirlenen maksimum maaş doktora bitirmiş bir kişiye göre düşük olarak görünmektedir. Hali hazırda maksimum maaş belirlenmiş olması ancak minimum maaş belirlenmemiş olması ile bu madde kapsamında istenirse asgari ücretle bile doktora sonrası araştırmacı istihdam edilmeye çalışılabilir. Başka ödemeler alınması da bu madde kapsamında yasaklanmıştır ve maaş ödemesi, zaten kısıtlı imkanlara sahip bilimsel araştırma projeleri için ayrılmış bütçeden yapılır maddesi eklenmiştir. Her ne kadar araştırma amaçlı istihdam edildikleri için amaca uygun gözükse de maaşın bu bütçeden ödenecek olması üniversitelerin doktora sonrası araştırmacı istihdam etmek istemelerini teşvik etmek yerine engelleyecektir.
Yükseköğretim sistemimizde doktoralı öğretim elemanı açığı olduğu uzun yıllardır bilinen bir gerçektir ve zaman zaman gündeme gelmektedir. Bu bağlamda yapılması planlanan değişiklik ile üniversitelerin talebi ile öğretim üyelerine 75 yaşına kadar çalışabilme imkanı sağlanacağı belirtilmektedir. Elbette bu durum öğretim üyesi açığını kapatmak için kısa vadede bir seçenek olarak görülebilir. Ancak amaç, genç nüfusumuzu başta nitelik ve nicelik bakımından iyi bir şekilde ve çağın gereklerine uygun olarak eğiterek bu açığı kapatmak olmalıdır. ÖYP Araştırma Görevlerinin daimi statülü kadroları ellerinden alınarak doktora sonrası istihdam imkanları iyiden iyiye zorlaştırılmış olmasına rağmen bu şekilde bir karar alınmış olması pratikte birbirine zıttır. Sistemin günahları genç akademisyenlere yüklenerek çözüm değil ancak sorun üretilir. Bir yanda batıdaki akademisyen bolluğu yüzünden insanların yardımcı doçent olarak atanması engellenmek ve doğuya gitmeleri sağlanmak istenirken diğer yanda kadroların neredeyse insanlar ölene kadar dolu tutulması tamamen zıttır. Bu madde, belirli şartlar konulmadığı takdirde, batıdaki üniversitelerin kadroları hiçbir zaman boşalmamasına, insanların devlet kadroları kendilerininmiş gibi davranmasına ve alttan gelenlere kadrolar lütfedilerek veriliyormuş gibi hareket edilmesine sebep olacaktır. YÖK onayı getirilmiş olması ise onlarca yıldır profesör olan bu hocalarımız için bir prosedürden fazlası olmayacaktır. Yalnızca gençleri, neredeyse hiçbir imkanı olmayan lise benzeri üniversitelerimize yönlendirmeye, imkansızlığa mahkum etmeye çalışmak sistemimizin dibine dinamit koymaktadır. Eleştirilerimiz acı olsa da gerçekleri sizlere aktarmak amaçlıdır. Günü değil geleceği kurtaracak düzenlemeler tüm paydaşlar ile birlikte dikkatlice düşünülerek yapılmalıdır. Bu tür bir madde düzenlenmek isteniyorsa çok detaylı planlanmalı ve çalışmaya devam edecek öğretim üyelerinin seçiminde yalnızca ilgili üniversitenin isteği dikkate alınmamalı, o alanda ülkemiz genelinde öğretim üyesi ihtiyacı bulunup bulunmadığı ve alttan yetişen kişi sayısı dikkate alınarak istihdama izin verilmelidir. Aksi halde belki de ülkemizin en parlak beyinleri işsizliğe terk edilmiş olacaktır. Üniversiteler iyi denetlenmeli, güce yakın olanın haksız olarak çıkar sağlanması engellenmelidir.
Yine Milli ve Yerli üretimin geleceği Meslek Yüksek Okullarında, ihtisaslaşmada ve teknoloji transfer ofislerinde yapılacak düzenlemelerde gerçekçi olunmalıdır. Bu konularda atıl fakülte ve bölümler ortaya çıkmaması için yerel siyasetçi ve iş adamlarının istekleri sorgusuz kabul edilmemeli, üniversitelerin, bulunduğu coğrafik bölgenin ve insan kaynağının mevcut yapıları da göz önüne alınarak değişiklikler yapılmalıdır. Bu çok gerekli değişiklikler yanlış uygulamalar ile heba olmamalıdır.
Unutulmamalı ki sistemler, bireylere uygun olduğu takdirde uygulanabilirdir. Sistemler ne kadar mükemmel olursa olsun, insanların mutlu olmadığı yerlerde işlememektedir. Dolayısı ile kurulacak her sistemde başta akademisyen hakları olmak üzere kazanılmış haklar göz ardı edilmemelidir. Bu vesile ile kazanılmış hakları aniden ve sebepsiz olarak ellerinden alınanÖYP’li araştırma görevlilerinin kadrolarının en kısa sürede iade edilmesini umuyor ve sizlerden bunu talep ediyoruz.
Umuyoruz ki buradaki eleştirilerimiz yapıcı olarak algılanacaktır ve akıllarda soru işareti bırakacak ve gençlerimizi akademisyenlikten uzaklaştırılacak bu problemler kanun yasalaşmadan önce çözüme kavuşturulacaktır.
Dinlediğiniz ve fikirlerimizi aldığınız için sizlere teşekkür eder saygılarımızı sunarız.